“Üzerinde çizgili pijama bulunan kadını büyük bir elektrik
şoku vererek sersemleştirmişlerdi. Kadın, uygulanan elektrik şokunun etkisiyle
iyice kendinden geçmişti ve ara ara kasılmalar gösteriyordu. Bu kasılmalar
biter bitmez yattığı yerde karşı koymasın diye kadını kollarından sıkıca
tutmuşlardı. Kadının hemen başucunda, üzerinde kolsuz beyaz tişört bulunan bir
adam vardı.
Adamın çıplak ellerinin birinde buz kıracağına benzeyen bir cisim, diğer elinde ise bir çekiç bulunmaktaydı. Adam, büyük bir soğukkanlılıkla, önünde yatmakta olan kadının göz kapaklarından birini kaldırdı. Etrafındaki kravatlı ve takım elbiseli adamlar büyük bir merak ve iştahla bu ilginç sahneyi izlemekteydi.”
Adamın çıplak ellerinin birinde buz kıracağına benzeyen bir cisim, diğer elinde ise bir çekiç bulunmaktaydı. Adam, büyük bir soğukkanlılıkla, önünde yatmakta olan kadının göz kapaklarından birini kaldırdı. Etrafındaki kravatlı ve takım elbiseli adamlar büyük bir merak ve iştahla bu ilginç sahneyi izlemekteydi.”
Yukarıda
özetini okuduğunuz oldukça iç karartıcı sahne herhangi bir korku filminden ya
da bir sapığın hikâyesinden alınmış değildir. Aksine, George Washington
Üniversitesi’nden nörolog Walter Freeman adlı kişinin, 1945 yılında uyguladığı “transorbital teknik” adlı yöntemin
detaylarını içermektedir. Freeman, psikiyatrik sorunları olduğu kabul edilen
kişiler üzerinde gerçekleştirdiği bu psikocerrahi yönteminde, beynin bazı
bölümlerinin birbiriyle olan bağlantısını ortadan kaldırarak bu kişileri tedavi
edebileceğine inanıyordu. Hatta kendisinden o kadar emindi ki, basın
aracılığıyla verdiği reklamlarda, eskiden tedavi edilemeyen hastalıkların,
artık kendisi tarafından tedavi edilebileceğini iddia ediyordu. Freeman,
gerek insanların çaresizliği gerekse de reklamların etkisiyle dar bir zamanda
1000’e yakın kişide gelişigüzel cerrahiler yaparak oldukça sorumsuz
bir tavır sergilemiştir. Aşağıdaki resimde Freeman ve ekibinin
gerçekleştirdikleri cerrahi sırasındaki bir resmini ve yaptıkları uygulamalarda
kullandıkları çekiç ve buz kıracağına benzeyen aleti görmektesiniz. Resmin sol
tarafında da görüldüğü üzere, uyguladığı tedavi yönteminde, buz kıracağı
aracılığıyla gözyaşı kanalının arkasındaki kemiği kırarak beynin ön bölümünü
haraplıyordu.
Walter Freeman ve
ekibinin uyguladığı transorbital yöntem
Binlerce
kişinin hayatını mahveden bu cerrahi uygulamalar, Freeman’ın yukarıda
okuduğunuz yöntemi geliştirmesinden yaklaşık 100 yıl önce, 1848 yılının Eylül
ayında, bir demiryolu işçisinin dalgınlığı sonucu başlayacaktır. Sinirbilim ile
ilgili yazılan kitapların hemen hepsinde yer alan bu vaka, Phineas P. Gage adlı
demiryolu işçisinin yaşadığı talihsiz bir olaya dayanmaktadır. Aslında Gage,
oldukça çalışkan ve becerikli bir işçi olup, demiryolunun geçeceği yollarda
engebeli yerleri düzlemek için kayalıkları patlatan sıradan bir işçiydi.
Patlayıcıları sıkıştırmada kullandığı ve kendi icadı olan 110 cm uzunluğunda, 7
kilo ağırlığındaki demir çubuk bir gün tüm hayatını değiştirecekti. Bir anlık
dalgınlık sonucu, patlatmaya hazırladığı düzenin erken patlaması ile bu meşhur
demir çubuk, Gage’in sol elmacık kemiğinin altından girip, kafatasını delerek
dışarı çıkmıştır. Aşağıda demir çubuğun geçtiği ve hasar verdiği yerler ile
ilgili yapılan simülasyona ait bir resmi görmektesiniz. Gage, patlama sonucu
metrelerce geriye savrulmuş, demir çubuğun oluşturduğu hasar nedeniyle sol gözü
yerinden fırlamış, beyninin bir kısmı da dışarı çıkmıştı. İlginç bir şekilde,
kafatasında muazzam bir delik açılmasına ve herkesin öldüğünü düşünmesine
rağmen Gage’in bilinci yerindeydi. Hatta kendisini tedavi eden doktora “Doktor
bey size epey bir iş çıktı” dediği söylenmektedir.
UCLA Tıp Fakültesi
Nöroloji bölümünden Jack Van Horn ve ekibinin Phineas Gage'in kazası ile ilgili
hazırladıkları bilgisayar simülasyonu
İnsanlık
tarihinin muazzam büyüklüğü içerisinde kaybolması oldukça muhtemel olan bu acı
olayın günümüze gelmesini sağlayan kişi ise pratisyen hekim Dr. John Harlow
olmuştur. Harlow, hem oldukça başarılı bir tedavi gerçekleştirmişti hem de
gözlemlerini çok iyi bir şekilde kayıt altında tutmuştu. Daha sonra yazdıkları, Boston Medical and Surgical Journal adlı
dergide “Demir bir çubuğun kafanın içinden geçişi” başlığıyla yayınlandığında
oldukça büyük bir etki yaratmıştı. Diğer taraftan, Gage’e dönecek olursak,
kazadan sonra herhangi bir sorun yaşamadan vücut fonksiyonlarını yerine getiren
Gage için tek değişen şey kişiliği olmuştu. Dengeli, nazik, çalışkan bir adam
olan Gage, beyninin ön kısmında yaşadığı frontal lob hasarı sonucunda, hiçbir
işte tutunamayan, tembel ve saygısız bir serseriye dönmüştü. Bu nedenle, bir
grup bilim insanı, demir çubuğun dışarıya çıkardığı beyin parçasının, mantık ve
ahlaksal özelliklerle ilgili olabileceğine inanmıştı. Sinirbilim tarihinin
dönüm noktalarından olan bu olay, Gage’in hayatını da dönüşü olmayan bir yola
sokmuştu. Öyle ki, uzun süre at bakıcılığı yaptıktan sonra hayatının son
dönemlerinde kendini sirklerde sergiledi. 1860 yılında ölen Gage’in mezarı,
1867 yılında açılarak, ünlü kafatası müzede sergilenmek üzere mezarından
çıkarılmıştır.
Sol resim: Gage’in kaza
sonrası demir çubukla çektirdiği resim, Orta Resim; Harlow’un Gage ile
ilgili yayınladığı makalenin kapağı,
Sağ Resim: Mezardan
çıkarılan ve müzede sergilenen Gage’in kafatası ve demir çubuk
Ünlü
Phineas Gage vakası sonrası, beyinde farklı bölgelerin belirli davranışlardan
sorumlu olabileceği fikri sinirbilim dünyasında iyice yerleşmeye başladı. Bu
mantıktan yola çıkan bilim insanları, psikolojik rahatsızlıkların kaynaklandığı
beyin bölgelerini tespit edip, buraları harapladıklarında, kişilerin mutlu bir
şekilde hayatlarına devam edebileceklerini düşündüler. Belki de aşırı saldırgan
insanların beynindeki ilgili kısmı ortadan kaldırırlarsa, bu insanlar daha
sakin bir hayat sürebilirlerdi. Bu fikri desteklemek için 1930’lu yıllarda
maymunlar üzerinde bir takım deneyler yapıldı. Bu deneylerde hırçın ve
saldırgan maymunların beyinlerinde belirli bölgeler sırayla haraplanarak
maymunların sakinleşip sakinleşmedikleri incelendi. En sonunda, beynin ön
bölgesinden bazı kısımlar haraplandığında hayvanların sakinleşip daha pasif
hale geldikleri gözlemlendi. Üstelik maymunlar herhangi bir sıkıntı olmadan
hayatlarına da devam edebiliyorlardı.
Portekizli
bir doktor, maymunlarda yapılan bu çalışmaları okuduğunda oldukça
heyecanlanmıştı. Hatta o kadar heyecanlanmıştı ki, benzer bir uygulamayı
insanlar üzerinde denemeye çoktan karar vermişti. Aslında Lizbon
üniversitesinde nöroloji profesörü olan Egas Moniz enteresan bir kişiliğe
sahipti. Beyin anjiyografisi (beyindeki damarların görüntülenmesi) üzerine
yaptığı çalışmalar, dönemi için gerçekten olağanüstü çalışmalar olup, kendisine
ciddi bir şöhret sağlamıştı. Kendisi, şöhretin de verdiği cesaretle maymunlarda
yapılan bu çalışmaların bir benzerini 1935 yılında ilk kez bir insanda denedi.
Akıl hastanesinde yatmakta olan paranoyak bir kadın hastanın anestezi altında kafatasında
bir delik açtı. Daha sonra sorunlu olduğunu düşündüğü bölgedeki sinir liflerini
eritmek için bu delikten saf alkol enjekte etti. Moniz sonuç raporlarında,
hastanın ameliyat sonrası eskiye göre daha sakin hale geldiğini belirtmiştir.
Egas Moniz ve Lobotomi
Uygulaması
Moniz,
operasyon gerçekleştirdiği hastaların uzun sürede yaşadığı sıkıntıları (mide
bulantısı, yön bulamama, idrar kaçırma) göz ardı edip yöntemini bir adım daha
ileri taşımıştı. Alkolün yeterli etkiyi yapamadığını düşünerek, lökotom adı
verilen özel bir bıçak kullanmaya başlamıştı. Bu bıçak aracılığıyla beynin
sorun teşkil eden ilgili bölgesine kesikler atarak burasını haraplıyordu
(lobotomi). Yayınlarında, yaptığı cerrahilerin belirli riskleri olsa da oldukça
başarılı sonuçlar verdiğini belirtiyordu. Kendisi her ne kadar operasyon
sonuçlarının başarılı olduğunu öne sürse de, günümüzde hatırı sayılı miktarda
bilim insanı, Moniz’in yayınladığı sonuçları değiştirmiş olabileceğine
inanmaktadır. Moniz’in insanlarda başlattığı bu psikocerrahi dalgası, yazının
en başında da bahsi geçen Freeman gibi birçok bilim insanın da katkılarıyla
önüne geçilemez bir hale gelmiştir. Gittikçe popülerlik kazanan bu uygulama
sonucu, psikolojik rahatsızlığı olan binlerce kişi bu cerrahi uygulamalara
maruz kalmış, uzun vadede bu durumdan oldukça zarar görmüş, bazıları
hayatlarını bile kaybetmiştir.
Günümüz
koşulları çerçevesinde, zamanında gerçekleştirilmiş bu uygulamaların
yaratabileceği tehlikeler oldukça net gözükse de, bu durum var olan bir gerçeği
asla değiştirmeyecektir. Egas Moniz 1949 yılında, geliştirdiği cerrahi yöntem
doğrultusunda Nobel Fizyoloji ve Tıp ödülüne layık görülmüştür. Nobel
komitesine göre, bazı psikozlarda lobotominin terapötik değerini keşfinden
dolayı bu ödülü hak etmiştir.
Kaynaklar:
1-
Robert Winston - İnsan Beyni (2012)
2-
Jack Van Horn ve arkadaşları - Mapping
Connectivity Damage in the Case of Phineas Gage (2012) - Plos One