28 Nisan 2014 Pazartesi

HİÇLİK MAKAMI

“Hiçlik” Makamı ve “Vazgeçilmez” Olmak


Nasreddin Hoca’ya sormuşlar: “Kimsin?” 
“Hiç” demiş Hoca, “hiç kimseyim.” 
Dudak bükülüp önemsenmediğini görünce, 
sormuş Hoca: “Sen kimsin?”

26 Nisan 2014 Cumartesi

KRİTER’SİZSİNİZ…


TDK(Türk Dil Kurumu)'ya göre kriter; bir yargıya varmak veya değer vermek için başvurulan ilke veya kıstastır.
Yani kurumların, şirketlerin, devletlerin; atamalar, anlaşmalar, işe alımlar gibi uygulamaları yapmadan önce insanların, devletlerin, kurumların önüne koyduğu kavramın adıdır.
Peki bence kriter nedir?
Kriter; “Ben istediğimi yaparımdır”.
Bir kurumda çalışıyorsanız ve terfi etmeyi düşünüyorsanız önünüze önce bu kriter denilen kavram konulur. Yani belirli bir kritere sahip olmanız gerekir.

LOMOMO NE DEMEK?


    Bir Afrika ülkesini ziyaret eden Amerikan dışişleri bakanını havaalanında karşılayan kalabalıklar, "Lomomo" diye bağırarak tezahürat yapıyorlarmış. 
              Amerika dışişleri bakanı da gülümseyerek el sallıyor ve kalabalığın bu sesine karşılık veriyormuş.

HATA YAPARKEN DOĞRULARI ÖĞRENMEK !



Ben sizin tipik girişimcilerinizden değilim. Bir Fortune 50 şirketinden geliyorum. Düzenli olarak 100 milyon Dolar'lık harcamanın kaynağını tahsis ve takip ediyordum. 42 yaşımdayken şirketin bir iştirakini büyük başarıyla yönetiyordum. Kendime "Bu kadar büyük olduğunu düşünüyorsan, kendi başına yapıp yapamayacağına bakalım" dedim. Bir şirket satın almaya karar verdim. 

24 Nisan 2014 Perşembe

YÖNLENDİRİLENLER BUNUN FARKINDA BİLE DEĞİLLER




Bazen insanlara da "Koyun sürüsü gibi" denilmesine içerleyebiliriz. Ama bu deyim gerçek çıktı. Bilim adamları üşenmedi araştırdı. Sonuç şaşırtıcı çıktı. Çünkü kalabalık gruplar halindeki insanlar gerçekten koyun sürüsü gibi davranış gösterdi. Araştırmacılara göre kalabalık insan grubuyla koyun sürüsü arasında yok denecek kadar az fark var, çünkü her iki durumda da bazı kişiler grubun diğer kısmını yönlendiriyor.

MUHAMMED ALİ'NİN 5 ZAFER SIRRI..


Bence Muhammed Ali’nin uzun bir giriş paragrafına hiç mi hiç ihtiyacı yok. Bir amatör olarak Olimpik madalyayı kazandı. Ardından üç kez Dünya Ağır Sıklet şampiyonu oldu. 1999’da BBC tarafından yüzyılın sporcusu ilan edildi. 
Yumruklarıyla Başaran Adam Muhammed Ali’nin 5 Zafer Sırrı

22 Nisan 2014 Salı

GELİŞİMİNİZİN ÖNÜNDEKİ ENGELLER..



Sabit fikirlilik
Hayat bazen sizi hedefe varabilmeniz adına alternatif yollara çıkartır. Bu yollar belki daha kestirme, belki daha doğru belki de daha karmaşık ve tehlikelidir. Siz her zaman bildiğiniz yoldan gitmeyi tercih edip, yeni seçenekleri elinizin tersiyle ittiğiniz sürece hedefe varacağınız alternatifleri yok etmiş olursunuz. “Ne gerek var yeni yollara” bakış açısı sizi sabit fikirlilikten öteye götürmez. Unutmayın, yaşamadıkça ve tecrübe etmedikçe neyin doğru neyin yanlış olduğunu asla bilemeyiz.

21 Nisan 2014 Pazartesi

BEN BİLMEM “MANİTAM” BİLİR.



 Kanal D’ de yayınlanan “Ben bilmem eşim bilir” isimli bir program var. Yayına ilk başladığında bütün ailelerin dikkatini çekmiş ve kısa sürede bende dahil herkesin beğenisini kazanmıştı. Yarışmada evli olan, aynı yastığa baş koymuş insanları ve ailelerini çağırarak, çeşitli parkurlarda yarıştırılıyorlar ve kazanana araba gibi çok önemli bir hediye veriyorlar. Uzun zamandır da yayınlanıyor.

GEREKSİZ/GEREKLİ BİLGİLER





Türkiye’de o kadar çok gereksiz şeyler oluyor ki artık hangisini takip etmemiz gerektiğini, hangisinin gerekli hangisinin gereksiz olduğuna karar vermekte bile zorlanır duruma geldim. Yürütme anayasayı değiştiriyor, sigara yasağı getiriyor anayasa mahkemesi şeklen bakması gereken dosyaları asilden bakıyor. Birileri düğmeye bastı diye terör tırmanıyor, eğitimde SBS geliyor ve tekrar gidiyor, Üniversiteler hala aynı, dış politikada atılan adımlara anlamsız sözlerle karşı çıkılıyor, başbakan askerlerimizin şehit düştüğü mevzilere gidiyor, birileri çıkıp diz çökme, çökmeme meseleleri yapıyor.

TEŞKİLATINA ve ÇALIŞANLARINA GÜVENEN KAZANIR…


Meşhur Kodak fabrikasını kuran ve fotoğraf ve sinemacılığı ufak mektep çocuklarına kadar götüren Mr. Eastman bundan 50 küsür sene kadar önce, o zamanki basit sinema makineleri ile Afrika’da vahşi hayvanların çok yakından filmlerini çekmiş ve sonra Rochersterdeki evinde bunları dostlarına göstermişti.
Hayvanların bu kadar büyük ve yakından perdede görülmesi seyircilerini heyecanlandırmış ve içlerinden biri de dayanamamış;

"DUYGUSAL ZEKA"LI GENÇLER YETİŞTİRMEK



    
   
1940'lı yıllarda Harvard üniversitesinden mezun olan 95 öğrenci orta yaşlarına kadar takip edildiğinde, okul sınavlarında en yüksek puanları alan kişilerin, daha düşük puanlı arkadaşlarına oranla maaş, verimlilik ve kendi alanlarındaki konumları açısından daha çok başarılı olmadıkları gözlemlenmiştir.

Bu durumda;  IQ’nun hayattaki başarıya katkısının %10’dan fazla olmadığını göstermektedir. Yüksek IQ, başarının, prestijin veya mutlu bir yaşamın garantisi olmadığı halde, okullarımızda ve kültürümüzde akademik yetkinlik hala ön planda tutulmakta; günlük hayatımızda büyük önem taşıyan sosyal ve duygusal becerilerin geliştirilmesi ihmal edilmektedir.

20 Nisan 2014 Pazar

ÇOCUĞUNUZ CEP TELEFONU İSTEDİYSE...



Ülkemizde gün geçtikçe artan bir hızda ve yaygınlıkta cep telefonu kullanımı artmakta ancak bu artış en fazla çocuk ve gençlerimizde görülmektedir. Öyle ki, ilköğretim birinci basamağın neredeyse ilk sınıflarında (2. veya 3. sınıflarında yani 7-8 yaşlarındaki) çocukların ellerinde cep telefonlarına rastlanabilmektedir. Aynı zamanda cep telefonu model değiştirme sıklığı da çocuk ve gençlerde görülmektedir. Dolayısıyla bu durum şunu göstermektedir:  Çocuk ve gençler cep telefonlarını, telefonun asıl fonksiyonu olan HABERLEŞME amacından daha çok başka amaçlar için kullanmaktadırlar.
  1. Oyun oynamak,
  1. Müzik dinlemek,
  1. Fotoğraf veya video çekmek,
  1. Mesajlaşmak,
  1. Birbirine resim veya animasyon göndermek,
  1. Konuşmak / haberleşmek (bu fonksiyon genelde en son sırada (!?) ifade edilmektedir).
  1. “Herkeste var, niye bende olmasın?”
  1. “Arkadaşlarımda olup bende olmayınca eksiklik hissediyorum.”
  1. “Okulda sıkılıyorum.”
  1. “Boş zamanlarımda bir arkadaş gibi oluyor. Oyun oynuyorum, müzik dinliyorum, özellikleriyle oynuyorum, yani zaman geçiriyorum.”
  1. “Cep telefonu olmayan, hatta telefon eski model cep telefonunu olan çocuklarla da arkadaşlar arasında alay ediliyor.”
  1. Çocuklar teknolojiyi sağlıklı kullanma bilincine sahip olmadan teknolojik cihaza sahip oluyorlar.
  1. Çocuklar, cep telefonlarını adeta bir VAROLMA aracı olarak görüyorlar.
  1. Çocuklar sosyal yalnızlıklarını, diğer bir ifade ile SOSYALLEŞME gereksinimlerini ne yazık ki bir cihaz ile gidermeye çalışıyorlar…
  • Çevrelerindeki başka insanları yok sayan bir ses tonu ile konuşma,
  •  Konuşmalarının içeriğini (özel olup olmadığını) dikkate almaksızın, “aleni” olarak konuşma,
  • Konuşma diline (örneğin kullandığı argo kelimelere) dikkat etmeksizin herkesin duyacağı bir ses tonu ile konuşma,
  • Uzun süreli konuşma,
  • Parmaklar tuşlarda, dakikalarca mesajlar yazılmakta,
  • Gözler küçücük ekrana dakikalarca odaklanmakta,
  • Kulaklar, kablonun ucundaki kulaklıklara uzun süreli mahkum durumda,
  • Ve jestler, mimikler ekrandaki görüntüye veya kulağa gelen seslere göre biçimlenmekte…
  • Bazen cep telefonu kulakta değil, görünürde de değil, ama sokakta hem yürüyen hem başkalarının duyacağı bir ses tonu ile konuşan insanlar… Biraz dikkat edilince kablonun kulakta olduğu fark ediliyor.
  • Anne-babalar, çocuklarına, benlik saygılarını dış dünyanın sağlıksız değerlendirmelerine göre değil, bilimsel ve evrensel değerlere göre biçimlendirmeleri gerektiği bilincini kazandırmaya çaba sarfetmelidirler. Bunu kazandırmanın en sağlıklı yolunun da model olmaktan geçtiğini unutmamalıdırlar.
  • “Çocukluk ve gençlik, çocukların ve gençlerin eline bırakılamayacak kadar değerlidir” sözünü akıllarında tutarak, çocukları için en sağlıklı kararların bilimsel temellere dayalı düşünceler çerçevesinde verilebileceğini bilmelidirler. Bu bağlamda çocuk ve gençlerde sağlıklı kişiliğin temellerinin atılması ve gelişimi için zaman zaman “HAYIR” ların yer alması gerektiğini unutmamalı ve uygulamalıdırlar.
  • İleride “keşke” lerin veya istenmeyen yaşantıların olmaması için erken dönemlerde belli tartışmaların kaçınılmaz olduğunu, bunun çok doğal olduğunu, asıl doğal olmayanın tartışmanın olmaması olduğunu hatırdan çıkarmamalıdırlar.
  • Okullarda, eğitim-öğretim programlarına, teknolojinin etkin ve sağlıklı kullanımına ilişkin bilgilerin yer aldığı dersler (seçmeli veya MEB tarafından zorunlu) veya etkinlikler yerleştirilmelidir.
  • Okullarda, teknolojinin sağlıksız ve sağlıklı kullanımına ilişkin panolar yer alabilmeli ve bu panoları hazırlama görevi bizzat öğrencilere verilmelidir. Hatta bu pano hazırlıkları yarışmalara tabi tutulup ödüllendirilebilmelidir.
  • Özellikle ilköğretim ve lise eğitiminin, çocukların sosyal gelişimleri (sosyalleşmeleri) konusunda önemli bir fonksiyonu olduğuna göre ve cep telefonlarının da bu gelişmeyi olumsuz etkileyebileceği göz önünde bulundurulur ise, bu okullarda cep telefonu kullanımına kesinlikle izin verilmemelidir.
Öğrencilerle bu amaçlarını şöyle sıralamaktadırlar:
Çocuklar, neden bir cep telefonuna sahip olmak isterler. İşte genel yanıt cümleleri:
Buradan üç temel sonuç çıkarmak mümkün görünmektedir.
Bu sonuçların davranış göstergelerini ise içinde yaşadığımız süreçte, hemen her alanda (toplu taşıma araçlarında, okul bahçelerinde, parklarda, caddelerde, sokaklarda, alışveriş merkezlerinde, pastanelerde, lokantalarda vb. mekûnlarda) her an görmek mümkün… Davranışlar da oldukça benzerlik göstermekte:
Ancak bu görüntü, cep telefonu teknolojisi bu kadar ilerlemeden önce halk arasında “deli” liğin bir belirtisi olarak nitelendirilirdi… Acaba “bozukluk” sayılan belirtiler mi geçerliliğini kaybetmeye başladı yoksa bireylerin psikolojik sağlıkları mı?...

Geçmişteki değerlendirmeleri çağrıştıran bu durum bir başka deyişi de peşi sıra akla getiriyor; “Parayı sokakta bulmadık”. Ve insanın aklına şu soru geliyor: “Diyelim ki ebeveynler fekadarlıkta bulunup çocuklarına cep telefonu alıyorlar. Ancak cep telefonunun erken yaşlarda kullanılmasının zararlarına ilişkin sık sık yazılı ve görsel basında yüzlerce yazı, uyarı yer almasına rağmen çocuklarının cep telefonlarıyla bu kadar haşir-neşir olmasına göz yumuyorlar ise, acaba ebeveynler parayı değil de çocuklarını mı sokakta buldular?”…   Çünkü cep telefonlarıyla, bağımlılık düzeyinde içli-dışlı olan çocuk ve gençlerin, “görünüşte (yalancı) sosyallik” yaşadıkları, gerçekte ise “psikolojik yalnızlık ve asosyallik” içinde oldukları görülebilmektedir. Örneğin, beğendiği bir kıza arkadaşlık teklif etmek için kıvranan lise ikinci sınıfta okuyan bir öğrenciye, duygularını bana ifade ettiği sadelikte ve içtenlikte niçin ifade edemediğini sorduğumda verdiği yanıt;

“Bunu yapamam, kızarırım, terlerim ve sonuçta konuşamam. Mesaj çeksem olmaz mı? Hatta duygularımı mesaj ile şiir gibi anlatırım” olmuştu.

Çocuklarlar ve gençler cep telefonunu bilinçsizce kullanıyor iseler (ki öyle görünüyor), toplum geleceği ile ilgili sosyal sorumluluk taşıyan bütün anne-babalara, bütün eğitimcilere, görsel ve yazılı basına ve rol model bütün bireylere bazı görevler düştüğü kaçınılmaz görünmektedir. Bu görevleri şöyle sıralamak mümkündür:
Derslerde kullanımı yasak, teneffüslerde serbest denmesi de anlamlı ve fonksiyonel değildir. Bunun yerine, okullar, çocukların ebeveynleri ile haberleşme gereksinimlerine yanıt verebilecek çözümler üretme yoluna gitmelidirler. Örneğin okul bahçesine yeterli sayıda telefon kulübesi yerleştirilmesini sağlayabilirler. Özellikle özel okullar, müdür yardımcılarının odasından, Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Servisi odalarından, öğrencilerin “gerekli” haberleşmelerine olanak sağlayabilirler.
Tüm insanların olmak üzere (normallik sınırları içerisinde), özellikle çocuk ve gençlerin sağlıksız davranışlarında “Evrensel Değerler” eksikliği en önemli etmendir. Bu bağlamda, eğer sağlıklı (fizyolojik ve psikolojik) ve evrensel değerlere sahip bir gelecek oluşturulması arzulanıyor ise (ki arzulanmaması zaten bir “bozukluktur”), tüm kitle iletişim araçları, eğitim-öğretim müfredatları, halk eğitimleri, kamu kurum ve kuruluşlarının halka yönelik sunduğu kurslar-eğitimler “EVRENSEL DEĞERLER” çerçevesinde şekillendirilmeli ve ve bilimsel bilgi temeline oturtulmalıdır.
www.kiged.com / www.hizlikitapoku.com / 

ABDESTSİZ İNCİL OKUMAK.


Yeşilköy Havaalanına yakın bir yerde E5 üzerinde bulunan Airport AVM'nin arka bahçesinde cumartesi günleri kurulan çok güzel bir pazar var. bu pazarda eski kullanılmayan malzemeler satılıyor.(elktr. eşya, tablo,küçük kutular,tesbihler, duvar süsleri, yüzük,küpe,gözlük,taş plak... aklınıza ne geliyorsa)... Hatta AVM içinde açık arttırmada yapılıyor. Bu cumartesi bu güzel pazarı gezme imkanı buldum. Sizinde fırsat bulduğunuzda gezmenizi tavsiye ederim. 
Tezgahların arasında dolaşırken dikkatimi çeken bir olayıda sizinle paylaşayım istedim. o tezgahların birisinde, tezgahın hemen ön kısmında küçük cep kitap şeklinde bir İncil vardı. Bir bayan bu incili alarak uzun uzun inceledi ve sonra onu tezgahtaki yerine koydu. tezgahın biraz ilerisinde duran cilt kısmı yıpranmış başka bir kitabı eline aldı. kapağını açtı ve hızla geri yerine bıraktı. bu bayan kapalı bir bayandı ve o tezgahtan uzaklaşınca neden böyle yaptığını merak ederek tezgahtaki kitaba bakma gereği duydum. kitabı elime aldım kapağını kaldırdım ve hızla geri yerine bıraktım. sonra duraksadım ve o bayanla benim neden böyle birşey yaptığımızı düşündüm. sebep çok açıktı. "Kuran-ı Kerime Abdestsiz dokunulmaz". açıkça söylemek gerekirse kendimi çok kötü hissettim. eve geldiğimde bu şüphelerimi gidermek için bir çok internet sitesinde araştırma yaptım. özellikle diyanet gibi sağlam kaynaklarıda inceledim. gördümki yıllardır bize yasaklanan şey aslında yasak değil. Buna sadece dokunmak değil okumakta dahildi.(çetin deniz)  işte sizlerde diyanetin sitesinden açıklamalı olarak inceleyebilirsiniz. Paylaşma gereği duydum. saygılarımla..

Kur’an’a Abdestsiz Dokunulur mu?

Kur’an’a abdestli dokunulması gerektiği inancı, sağlam bir temele dayanmaz. Dayanakları sağlam olmadığı gibi, vahyin hedeflediği amaca da hizmet etmez.
Diğer taraftan abdest hakkındaki vahyi bilgi, 5Maide: 6. ayetiyle bildirilmiştir. Kur’an’a abdestli dokunmanın gereğine delil getirilen Vakıa suresindeki, “Ona temizlenilenlerden başkası dokunamaz” ayeti Maide sûresinden çok çok sonraları inmiş bir ayettir. Abdesti konu alan Maide sûresinin 6. ayeti, Medine Dönemi’nin sonlarında indiği kabul görür. Oysa Vâkıa sûresi peygamberliğin 3. yılında indirilmiştir. İki sûre arasında 20 yıl gibi bir süre vardır. Vakıa suresi indiği zaman Müslümanlarda abdeste dair vahyi bir bilgi henüz mevcut değildi.
Kur’an okumanın önüne, Allah’ın açık bir bildirimi olmadığı halde yapay duvarlar örmek vahyin amacına hizmet etmemektedir. Kur’an’a gösterilecek en büyük saygı onu doğru anlamak ve daha fazla insanın anlamasına yardımcı olmak, onu hayat içinde etkin kılmak ve bu yolları kolaylaştırmak olmalıdır. Ona giden yollarda setler oluşturmak eğer bu gerçekten ilahi bir buyruk değilse ciddi ve vahim sonuçlara yol açacağı bilinmelidir. Bu setler, Allah ile insanlar arasına engebeler oluşturacak ve bu boşluğu istismarcı birtakım aracılar dolduracaktır.
Kur’an’da bildirilen saygı göstermek (ta’zîm), abdest ile ilişkilendirilebilseydi, hangi konular bu kapsama giriyorsa tespit edilir, abdestin saygı gibi bir amacı da güttüğüne işaret edilseydi  bu durumda abdest ile de bir ilgi kurulabilirdi.
Mushafa abdestli dokunma konusunda ısrarcı olanlar, Kur’an’a gerçek saygı olan Kur’an’ı dikkatle okuyup anlama ve buna uygun davranma konusunda bu kadar hassas mıdırlar acaba?
“Kur’an’a dokunurken abdestli olmak gerekir” anlayışının Kur’an’dan getirilen sözde dayanakları, 56Vakıa suresi, 75-80. ayetlerdir. Oysa bu ayetlerde Kur’an – abdest ilişkisinden bahsedilmemektedir. Bu ayetlerde Kur’an’ın Hz. Peygamber’e başkası tarafından değil Allah tarafından indirildiğinden söz edilmiştir. Tefsirlerde de bu vurgu göze çarpmaktadır. Mekkeli müşriklerin (çoktanrıcıların/putperestlerin) iddiasına göre Kur’an’ı Allah indirmemiştir (8Enfal: 32), onu Hz. Muhammed’in kendisi uydurmuştur (11Hud: 13) veya ona bu kitabı şeytanlar indirmektedirler (26Şuara: 221). Güya Hz. Muhammed de onu Allah’ın indirdiğini sanmaktadır. İşte Allah, Vakıa suresinin bu ayetlerinde müşriklerin bu iddialarına cevap olarak, Kur’an’ı her türlü kötülük ve günahtan arındırılmış olan meleklerin (Vahiy meleği) indirdiğini, şeytanların vahyin kaynağına dokunamayacağı gerçeğini dile getirmiştir.
Kur’an, ilahi ve kerim bir kitaptır. O yüzden, ‘Kur’an-ı Kerim’ ifadesi kullanılmaktadır. (1) Kerim, ilahi değerlerle donatılmış demektir. İlahi değerler ise evrensel ahlaki erdemleri ve hakları ifade etmektedir. Çünkü Kur’an, özü itibariyle evrensel ahlaki değerleri ve hakları içermektedir.
İşte bu yüzden, Kur’an, Müslümanın başucu kitabıdır. O, her an her yerde elinin altında olmalı, ondan yararlanmalıdır; cebinde, çantasında, ulaşabileceği en yakın yerde… O kitap, Müslümana, hayat yolunda daha bilinçli ve daha sorumlu davranması için adeta yoldaki işaretleri gösteren trafik levhaları gibidir. Çok çeşitli amaçlarla onunla içiçe oluruz. Sosyal sorunlarımızın, psikolojik sıkıntılarımızın cevaplarını onda bulabiliriz.
Kur’an’a dokunmadan Kur’an’la yakınlaşmak, onu anlamak, onunla bilinçlenmek ve onun hayatımıza projeksiyon tutması mümkün değildir. Kur’an’a dokunmak için birtakım uygulamaların gerekli olup olmadığı tarih boyunca tartışılmıştır, bugün de tartışılmaktadır. Kur’an öğretimine giriş yapan herkesin önünde bu konu önemli bir sorun olarak durmaktadır.
Namaz için abdest almanın gereği Kur’an’da açıkça bildirilmiştir. (2) Kur’an’a dokunmak ve namaz dışında diğer dini uygulamalar için abdestin gerekip gerekmediği sonucuna dolaylı ve zorlama yorumlarla ulaşılmıştır.
Hadislerde abdestin gerektiğine veya gerekmediğine dair farklı iki rivayet söz konusudur. Gerektiğine dair hadislerde; ellerin kirli olmaması, temiz (tahir) olması(3) yönündeki anlam daha belirgin iken, gerekmediğine dair hadislerde ise, “Ben yalnızca namaz kılacağım zaman abdest almakla (vudu’) emrolundum”(4) mesajı verilmektedir.
Namaz dışında kişi abdestli dolaşmak istiyorsa, kendisine bir külfet olarak görmüyorsa elbette bu duruma kimse karışamaz. Ancak iş ve okul hayatındaki yoğun mesaide, sabah-akşam 1-2 saati yollarda geçen kentsel yaşamda, herkesten bunu beklemek ve hakkında açık bir hüküm bulunmadığı halde Kur’an’a abdestli dokunmayı dini bir buyruk gibi görmek ve konuyu sağlam delillerle temellendirmek mümkün değildir.
Hz. Peygamber dönemindeki yazım malzemeleri ve sınırlı sayıdaki Kur’an nüshaları dikkate alınırsa, yüzü gözü toz toprak ve kir pas içinde, çamurlu, hamurlu, yağlı ve kirli ellerle Kur’an’a dokunmak yerine ona temiz dokunmanın önerilmesinin yerinde olduğunu görürüz. Hem bu halde dokunmamak, bir tür saygının da gereğidir.
Kur’an’a gösterilecek gerçek saygı (değer), onu raftan ve duvardan çalışma masamıza indirmek, onu incelemek, ona kulak vermek, asıl indiriliş amacına uygun bir yol izlemektir. Evet, Kur’an’ın daimi yeri çalışma masamızdır. O her an elimizin altında, baş ucumuzda olmalıdır.

Dipnotlar:
(1)  56Vakıa: 77
(2) 5Maide sûresi: 6
(3) Temiz (tahir) olmak: Kütübü Sitte dışındaki hadislerde… Hâkim, Müstedrek, 3 485; Dârekutnî, Sünen, 1/122; Beyhakî, Sünenü’l-kübra, 1/87; Dârekutnî, Sünen, 1/121; Taberânî, Mu’cemu’l-Kebîr, 1/276
(4) Abdest almak (vudu’)- Kütübü Sitte: Hadis No: 3771, 3772, 3773, 3890.  Buhârî, Hayz 7; Ebû Dâvud, Tahâret: 91, (229); Tirmizî, Tahâret: 111, (146); Nesâî, Tahâret: 171, (1, 144); Hâkim, Müstedrek, 3 485; Dârekutnî, Sünen, 1/122; Beyhakî, Sünenü’l-kübra, 1/87; Dârekutnî, Sünen, 1/121; Taberânî, Mu’cemu’l-Kebîr, 1/276).


NOT: Vakıa sûresindeki ilgili ayetleri incelemek için bkz.

ÇOCUKLARIM İÇİN EN İYİSİ.

Anne ve babalar çocukları için en doğru olanı yapmak ve çocuklarının gelişime katkıda bulunmak isterler. Ancak anne ve babanın kendi doğruları ve çocukları için yaptıkları çocuklar için her zaman doğru ve iyi olmayabilir.
Çocuğunu donanımlı biri haline getirmeye çalışan ebeveynlerin düştüğü en büyük hata, hangi eğitimin uygun olduğunu bilemedikleri için çocuğu sürekli kurslara gönderip denemeler yapmaktır. Aslında çocuğunuzu sadece biraz gözlemlemek onun için büyük bir adım atmanızı sağlayacaktır.
Ailelerin sıklıkla yaptığı hatalardan biri de çocuğu eğitim ve sosyal aktiviteye boğmaktır. “Hazır ilgisi varken ve öğrenmeye açık bir dönemdeyken tüm eğitimleri aldıralım” anlayışı, çocukların hobilerden soğumasına hatta sosyalliğini yitirmesine bile sebep olmaktadır. “Günümüzde birçok ebeveyn, çocuğa çok sayıda uğraşıdan oluşan bir program yapmak şeklinde ortak bir hata yapmaktadır. Örneğin; haftalık programına baktığımızda sabahtan öğleden sonraya kadar okula giden; okuldan gelince haftanın belli günlerinde özel ders alan; hafta içi birkaç gün ve hafta sonu belli saatlerde kursa giden; hafta sonlarını da tiyatro faaliyetlerine katılmakta olan çocuklar görmekteyiz.
Böyle bir program, özellikle okul döneminde ödevlerin varlığı ve fiziksel yorgunluğu da göz önünde bulundurursak kabul edilemez sınırlardadır. Bu durumda çocuk sevse bile bu faaliyetlerden hem zevk alamayacak hem de okul başarısında olası bir başarı düşüklüğü ile kaşı karşıya kalacaktır. Bu tip örnekler sıklıkla mükemmeliyetçi anne babaların, çocuklarının çok yönlü gelişebilmeleri beklentisiyle yaptıkları programlar sonucu oluşmaktadır. Çocuklar da genellikle ebeveynlerinin beklentilerini karşılayabilmek için kendilerini zorlamaktadırlar. Böyle olunca da, hemen hemen her çocuk sevdiği şeyi, bıkana kadar yapma ya da kullanma eğilimindedir. Bu yeri geldiğinde bir oyun ya da yiyecek olabilir. “Yeter artık bu kadar...” şeklinde başlayan cümleleri kullanmayan anne-baba da yoktur bu yüzden.
Peki Çözüm ;
*  Çocuğunuza sistematik tekrarı öğretin.
* Çocuklarımızı günlük yapmış olduğu derslerini bir kez de kendilerinin anlatmasını sağlayın.
* Çocuğunuzu uzun uzun ders çalışmalardan kurtaracak eğitim programlarını öğrenmesini sağlayın.
* Özellikle Yaz sürecinde çocuğunuzun kitapla olan birlikteliğini koparmayacak hatta kitabı sevdirecek eğitimler içinde tutun.
* Eğitim, kurs, yaz okulu tercihlerini çocuklarınıza bırakın. (çetin deniz yayınlanmış yazısı)

 6-7-8-9. SINIFLARA ÖZEL Zihinsel Matematik, Anlayarak Hızlı Okuma, Beyni Etkin Kullanma Teknikleri .. www.kiged.com 

NEDEN UNUTUYORUZ ?


Neden unutuyoruz? Sorusunun cevabını bulmak için ben size iki soru sormak istiyorum. Birinci sorunuz; 

 1-) 29 EKİM 2010 tarihinde ne yediğinizi hatırlıyor musunuz?Hemen kendinizi bir sınavda zannedip de heyecanlanmayın lütfen. Ayrıca bu soruya doğru bir cevap vermenizi de beklemiyorum.Burada şuna dikkatinizi çekmek istiyorum: Çok yakın bir tarih olduğu halde sorunun cevabını hatırlayamadığınızdır. Hatta bazılarınızın şunu dediğini duyar gibi oluyorum; ben değil iki ay evvelini dün ne yediğimi bile unutuyorum.İkinci sorunuz çok daha eskilerde olan bir olay ve bilgiyle ilgili:2-) Yaşamınızda başınızdan geçen acı bir an, tehlikeli bir olay yada sizi çok mutlu eden bir olay var mı? Bu olayın anını ve tarihini hatırlıyor musunuz?Bu sorunun cevabı olarak anlatacak çok şeyiniz olmalı. Detayları, tarihi her şeyi hatırlıyor olmalısınız.Peki nedir bu iki sorunun cevabında yatan sır. Birinci soru çok daha yakın bir tarihte geçtiği halde hemen unuttunuz. İkinci soruyu ilgilendiren tarih beş yıl yada on yıl öncesi bile olsa hiç zorlanmadan hemen hatırladınız.Sorunun cevabı beynimizin yazıcısıyla ilgili. Birinci olayda yazıcı tamamen kapalıydı. İkinci olayda ise beynin yazıcısı çalışıyordu ve olayları tamamen kaydetti.Peki nedir beynin yazıcısını çalıştıran veya kapatan faktör? Beynin yazıcısını kendi isteğimizle çalıştırıp veya kapatabilir miyiz? İstediğimiz bilgileri beyne kaydetmesini sağlayabilir miyiz?Bu soruların cevabı EVET. Beyni bir yumurtaya benzetirsek, beynin iç içe üç farklı bilgisayardan oluştuğunu söyleyebiliriz. Bu bölümler sırasıyla:İlkel Beyin
 ORTA BEYİN: Yumurtanın akını temsil eder. Hafızanın gücü için önemli bir bölümdür. Çünkü tüm duyguların merkezidir. Hippocampus adı verilmiştir. Beynin yazıcısının çalıştırılmasına karar veren kısımdır. Ve Korteks’tir.            Anahtarınızı hep kaybediyor, saatlerce arayıp belli zaman kaybından sonra buluyorsanız ve bir gün bulamayıp çilingirci çağırmışsanız;. hem ev halkından azar işitmişsinizdir hem de maddi bir kayba uğramışsınızdır. İşte duygular o zaman harekete geçtiği için de, bundan sonraki her gün bu son olay aklınıza geleceği için anahtarınızı kontrol etmeden evden dışarıya çıkmazsınız. Tabi ki bir bedel ödemeden anahtarımıza sahip çıkmak en doğrusu ama yaşamımız böyle örneklerle doludur.Bazen de unutkanlık sağlığımızın bozulmasından da kaynaklanabiliyor. Kansızlık, depresyonda kullanılan ilaçlar, yoğun stresle gelen odaklanma sorunları, bazı vitaminlerin eksiklikleri... Özellikle sinir sistemimiz için B vitamini çok önemli. Soluduğumuz havanın temizliği, yaşadığımız ortamın bile çok büyük etkisi var. Hafızamızı geliştiren ve güçlendiren diğer çok önemli faktör ise KİTAP OKUMAK! Gerçekten her okuduğumuz cümle beynimizi geliştiriyor. O nedenle çok okumalı ve okutmalıyız. Atalarımız ne demiş “işleyen demir ışıldar”.Kimliklerimizi geliştirmek de beynimizi çalıştırıyor: Bizler “anne”, “ev kadını”, “doktor”, “öğretmen”, “işçi” vb. kimliklerde olabiliriz. Önemli olan hem bu kimliklerimizi bilgiyle geliştirmek, hem de yeni kimlikler kazanmak. Bunu nasıl yapacağız? Kurslara gidebilir, yeni bir dil öğrenebiliriz, yeni bir meslek edinebiliriz, spor yapabiliriz, vb... Bir gün boyunca ne kadar çok şeyle ilgilenirsek beynimizi ve dolayısıyla ruhsal sağlığımızı da korumuş oluruz. Stres  boş kaldığımızda oluşan, devamlı aynı durumları düşünmekten meydana gelen bir durum.  O yüzden hayatımızı bilgiyle doldurmalı, kendimizi geliştirmeliyiz. Dedikodu gibi boş beyinlerin sevdiği tuzaklardan uzak durmalı, başkalarına da fırsat vermemeliyiz.
Bu arada ben 29 Ekim 2010 da ne yediğimi biliyorum. Çünkü evlilik yıldönümümüzdü. Ve duygular işin içindeydi.

(çetin deniz yayınlanmış yazısı)

ÇOCUKLARINIZIN HAYALLERİNİ GERİ VERİN


Hayatımızın büyük bölümünü sınavlarla geçiriyoruz. Başarı düzeyimizde bu sınavlardan aldığımız notlara göre ölçülüyor. Hatta çocuklarını IQ (zeka testi) testlerine tabi tutanlarda bir hayli fazlalaşmaya başladı. Artık bir akrabanıza yada tanıdığınıza gittiğinizde sohbet bir ara çocuklara dönüyor ve hemen şu cümleler dökülmeye başlıyor ağızlardan, bizim çocuğun IQ’su şu kadar, tabi bu yüksek IQ düzeyi ailede bir sevinç kaynağı oluşturmuş ve bunu her gelene büyük bir gururla söylüyorlar. Çocuğun Sınavlarını sorduğunuzda onunda çok yüksek olduğunu öğreniyorsunuz. Hatta deneme sınavlarında derece bile yapıyor. Tabi ki Bu soruyu sormakla o ailenin gururlanmasını bir kat daha arttırmış oluyorsunuz. Her şey o aile için çok güzel ve sizin çocuklarınızla ilgili söyleyebileceğiniz fazla bir şeyiniz yok, bir an iç geçiriyorsunuz bizim çocukta böyle olsa diye. Ben böyle bir durum karşısında kaldığım bir anımı paylaşayım sizlerle. Böyle başarı öyküleri ile dolu çocuktan annesi bir bardak su istedi.

Cevap: sen kendin al,
annenin yüzünde hafif bir kızarma.
Sonra…
Misafirlerimize hoş geldin dedin mi kızım? Sorusu.
Cevap: benim çok dersim var.
 Yüz kızarması hafif hafif artmaya başladı. Bana da aslında güzel bir fırsat doğdu. Keşke çocuklarımızın IQ zeka seviyeleri yerine EQ (duygusal zeka) düzeyleri yüksek olsa dedim. İçimde bir rahatlama oldu. Çocuğumla artık ben gurur duyuyordum. Tabi böyle bir durumu yakaladığınızda “Hafıza Teknikleri Eğitimi” veren ve “Beyin Yapısı” ile ilgilenen birisi olarak o başarılı çocuğu ufak bir sınava tabii tutma gereği duyuyorsunuz. Kızı yanıma çağırdım ve ona bir test sorusu gösterdim.  Soru vücudumuzla ilgiliydi. Kız cevabı kısa bir süre içerisinde şıklarıniçinde buldu. Aynı soruyu kıza şu şekilde sordum. Vücudumuzda kasların çalışma şeklini anlatır mısın?  Bu basit soru bile kızda bir şok etkisi yarattı. Önünde soru ve şıkları göremeyince ne anlatması gerektiğini bir türlü toparlayamıyordu. Çünkü onun için şıklar önemliydi. Önce madde madde söylemeye çalıştı. Sonra anlatamadığını fark edince vazgeçti. Yardım et der gibi annesine baktı. Annesi; şöyle kızım, böyle kızım diyerek aradan bir iki cümle katkı yapmaya çalışsa da bir türlü olmuyordu. Tabi ki amacım onları zor durumda bırakmak değildi. Ancak onlara bir şeyleri fark ettirmek ancak bu şekilde olacaktı. Neyse Ortam tam benim istediğim hale gelmişti. Çocukların IQ seviyeleri yüksek olacağına EQ ve yaratıcı düşünme zekaları yüksek olsa dedim. O gün Odada bulunan herkes bir şeyin farkına vardı. Çocuklarımız test usulünde sınava tabii tutulduğundan yorumlama hayal kurma güçleri ve becerileri ellerinden alınıyordu. Önünde şıkları görmeyen çocuklar sorulan sorulara hiçbir cevap veremiyordu. Bugün başarılı bir çok çocuğa şıklar olmadan bir soru sorun eminim bocalayacak ve kekelemeye başlayacaktır. Çocuğunuzu tek düzelikten, hayallerini öldürmekten, beynin tek tarafını kullanma alışkanlığından kurtarın. Yeni eğitimlerle çocuklarınızın hayallerini geri verin.   (çetin deniz yayınlanmış yazısı)

KARTAL’ IN DEĞİŞİMİ

insan 7′sinde neyse 70′inde de odur. Acaba gerçekten böylemidir? Yoksa hafızamıza yanlış kotladığımız bu kelime bizi değişmemeye zorlayan beynimize çakılmış bir çivi mi ?  Ama burada çok önemli bir nokta var. Bir insanı, diğer bir insan değiştiremez. Biri değişecekse bunu sadece kendi yapabilir. Ancak; bu zorlu bir süreçtir.

Derler ki; 
“Kartalın yaşı 40'a dayandığında pençeleri sertleşir, esnekliğini yitirir ve bu nedenle de beslenmesini sağladığı avlarını kavrayıp tutamaz duruma gelir. Gagası uzunlaşır ve göğsüne doğru kıvrılır.  Kanatları yaşlanır ve ağırlaşır. Tüyleri kartlaşır ve kalınlaşır. Artık kartalın uçması iyice zorlaşmıştır. Dolayısıyla kartalın burada iki seçimden birisini yapması gerekir. Ya ölümü seçecektir ya da yeniden doğuşun acılı ve zorlu sürecini göğüsleyecektir.  
Bu yeniden doğuş süreci yüz elli gün kadar sürecektir. Bu yönde karar verirse kartal bir dağın tepesine uçar ve orada bir kaya duvarda, artık uçmasına gerek olmayan bir yerde yuvasında kalır.  Bu uygun yeri bulduktan sonra kartal gagasını sert bir şekilde kayaya vurmaya başlar En sonunda kartalın gagası yerinden sökülür ve düşer.  Kartal bir süre yeni gagasının çıkmasını bekler. Gagası çıktıktan sonra bu yeni gaga ile pençelerini yerinden söker çıkarır. Yeni pençeleri çıkınca kartal bu kez eski kartlaşmış tüylerini yolmaya başlar. Beş ay sonra kartal, kendisine yirmi veya daha uzun süreli bir yaşam bağışlayan meşhur yeniden doğuş uçuşunu yapmaya hazır duruma gelir…’’ (*) İşte kartalların hayata tutunma yönünde ibretlik değişim mücadelesi.

Değişmek kelimesi hepimiz için zorluğu, acıyı, zahmeti, azimli olmayı, çabayı, çağrıştırır. Rahata ve rutin işleri yapmaya alışmış beynimiz için bu kelimeleri duymak hiçbir şey yapmamanın daha iyi olacağı anlamına gelmektedir. Tabiî ki rahat yatağında uyumaya alışmış olan bedenimizde bu duruma dünden razıdır ve hiçbir şey yapmadan ömrümüz geçer gider.
 Artık bilmeliyiz ki;  
Değişim hayata renk katar ve zevk verir. “Değişim hayatın yasasıdır” der John F.Kenndy. Düşünsenize hep yaz ya da hep kış mevsiminin olduğunu. Sürekli artçı değişimler yaşıyoruz ama farkında değiliz. Her gün hücrelerimden başlayandeğişim damla damla vücudumuza, kişiliğimize, ailemize ve oradan da topluma akıyor. İstemesek de değişiyoruz.

Kabuk değiştirmeyi bilmeyen yılan ölür. Aynı şekilde düşüncelerinin değiştirmesine engel olunan kafalarda öyle. (Nietzsch)
Kuran-ı Kerim’de “Hayvanlarda sizin için elbette ibretler vardır” der. (Muminun / 21) Döndükleri cihat sonrası “küçük cihattan büyük cihada döndük’’ diyen Hz Muhammed (sav) de değişimin küçük büyük demeden durmadan süreceğini göstermiştir.
Haydi. Bu günden başlayarak değişimin korosuna bizde katılalım. “Yarın bambaşka bir insan olacağım diyorsun; niye bugünden başlamıyorsun” diyor Epictetos. “İki günü birbirine benzeyen ziyandadır.” Diyor sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed(sav). Peki  ne kadar çok günümüzün birbirine benzediğinin farkında mıyız? Değişiminokyanusuna kendi sandalımızla açılalım. Kendimizle, ailemizle, arkadaşlarımızla ve tüm varlıklarla ilişkilerimizde bir restorasyon yapmaya başlayalım. Umutları bileyelim. Geçmişte kalarak değişime yenilmeyin. “Eğer geçmişi çok seviyorsanız yaşlanıyorsunuz demektir’’ der. J.Knittel
 Bugün; kartala o meşhur yeniden doğuş uçuşunu yaptıran değişime hazırlayınkendinizi ve yarın kişisel değişim yolculuğuna başlayın.

Herkes dünyayı değiştirmek ister; ama kimse kendini değiştirmeyi düşünmez! (Tolstoy)

(çetin deniz yayınlanmış yazısı)

SINAVDA % 99 BAŞARI İÇİN

 Normal şartlarda Türkiye 1. ile 1000. si arasında bilgi ve zekâ düzeyi açısından çok fark yoktur. Sıralamayı belirleyen, öğrencinin sınavdaki kaygısını kontrol edebilme ve dikkatini sağlayabilme düzeyidir. Birçok öğrenci, sınavlarda aşırı heyecanlanma, el ve ayakların terlemesi-soğuması, bir türlü dikkati toplayamama durumlarını yaşayabiliyor. Sınavların bu kadar hayatımıza müdahale etmesi pek hoşumuza gitmese de ortada bir gerçek var. O da önümüzdeki sınavlarda başarılı olmaya çalışmamız gerektiğidir. 

Ailelerin ve öğretmenlerin yüksek beklentisi, kendimizin yüksek beklentisi… ve sanırım olumsuz düşüncelerimiz
Birçok öğrenci sınavlarda dikkatsizlik yüzünden soru kaçırdığından şikayet eder. Sorunun yanlış okunması, basit toplama işlemlerinin hatalı sonuçlandırılması, yanlış görme tarzı sıkıntılar neredeyse bütün öğrencilerin yaşadığı problemlerdir. Eğer patolojik bir dikkat eksikliği problemi yoksa bu problemlerin yaşanmasında en büyük neden zihin dağınıklığıdır.
Olumsuz düşüncelerden kurtulun; İki basketbol takımının maç yaptığını düşünelim. Son Dakika ve takımınızın faul atışını siz kullanıyorsunuz. İki sayı atış hakkı verilmiş, eğer ilk sayıyı atarsanız takımınız beraberliği yakalayacak. Eğer ikinciyi de atarsanız o zaman takımı şampiyon yapacaksınız. Bu durumda topu ilk elinize aldığınızda çok rahat olacaksınızdır. Çünkü en kötü ihtimalle ikincisini basket yapar ve takımınızı beraberliğe götürebilirsiniz. Bu durumda ilk basketi % 90 sayı yapacaksınızdır. Çünkü zihninizde olumsuz bir düşünce oluşmayacaktır. Ancak ikinci atış çok daha zor olacaktır. Eğer “bu basketi atamazsam” diye düşündüğünüz an bilin ki eliniz ayağınız bir birine dolaşacak ve % 90 atma ihtimali olduğunuz basketi atamayacaksınızdır. İşte sınavlarda bildiğimiz soruları yapamamamızın ve sınavda başarısız olmamızın nedeni de Ufak bir kaygı tohumunun zihnimizde fidana sonra ağaca dönüşmesidir.
Kendinize olumlu telkinler verin "Başarılı olacağıma inanıyorum, kendime güveniyorum, bu sınavı başarabilirim, pes etmeyeceğim." tarzı iç telkinler kaygınızı azaltacaktır.
Arkadaşların olumsuz konuşmalarına kulaklarınızı tıkayın Bu sene sorular zor gelecekmiş, puanlar yükselecekmiş türü olumsuz konuşmalar yapan arkadaşlarınıza kulaklarınızı tıkayın.
Fiziksel egzersizlere zaman ayırın Fiziksel egzersizler vücuttaki stresi azaltır. Bu yüzden yürüyüş ve hafif tempo koşular tavsiye edilebilir. Özellikle sınavdan bir gün önce vücudun hafif yorulması gece uykuya kolay dalma açısından önemlidir. Birçok öğrenci sınav gecesi iyi uyuyamadığı için yeterince dinlenmemiş bir şekilde sınava girmektedir.
Sosyal aktivitelere katılın Aşırıya kaçmadan gezi, sinema gibi sosyal aktivitelere katılabilirsiniz.
Nefes egzersizleri yapın Doğru nefes alıp vermek kaygıyı azaltır. Her gün 5-10 dakika yapılacak nefes egzersizleri kaygınızın azalmasında faydalı olacaktır.
Sınavı ölüm kalım savaşı olarak görmeyin Sınavlardan kötü sonuç almak bizi değersiz, işe yaramaz birisi yapmaz. Sınavlarda başarılı olamadığı halde dünya çapında başarılara ulaşmış birçok isim vardır.
Zihinsel olarak sınava hazırlanın.
* Elinizden geldiğince TV ve bilgisayarla ilgilenmeyin.
* Sınavdan 5 gün önce ve sınav sabahı da dahil komposto için bu beyninizin glikoz ihtiyacını dengede tutacaktır.
* Biyolojik saat önemli olduğu için yatış ve kalkış saatlerine dikkat edin. Sınava kadar aynı saatlerde yatmaya ve uyanmaya çalışın. Çünkü bir saatlik az uyku bile zihnin dağınık bir şekilde sınava girmesine sebep olabilir.
* Kahvaltı öğrenmeyi ve dikkati yüzde 25 oranında artırır. Beynin glikoz dengesi açısından kahvaltıyı ihmal etmeyin.
* Sizi sıkan, üzen ortamlardan uzak durun. Kendinizi rahat ve mutlu hissettiğiniz oksijeni bol ortamlara gidebilirsiniz.
* Sınava başlamadan önce gözlerinizi kapatın ve kendinizi olmak istediğiniz yerde mutlaka görmeye çalışın bu sizi daha çok rahatlatacaktır. (çetin deniz yayınlanmış yazısı)
6-7-8-9. SINIFLARA ÖZEL Zihinsel Matematik, Anlayarak Hızlı Okuma, Beyni Etkin Kullanma Teknikleri .. www.kiged.com

EZBER BOZAN ÇOCUKLAR

Uzun zamandır yapmış olduğum Öğrenci koçluğuçerçevesinde çok önemli detaylarla karşılaşma imkânı buldum. Bunlardan bir kaçını sizlerle paylaşmak ve yanlışlarımızı düzeltme konusunda katkıda bulunmak istiyorum. Aile içinde ve okul çevresinde olan genel sıkıntıya baktığımızda sadece üniversiteyi kazanma gayreti ve yarışı içerisine sokulmuş gençler görmekteyiz. Ailelerin büyük bir kısmı mükemmeliyetçi bir anlayış içerisindeler. Dershane, özel ders, okul ve testler arasına sıkıştırılmış bu gençler sosyal hayatlarından fazlasıyla ödün veriyorlar. Gençlerde bu durumu çoktan kabullenmiş durumdalar. Ancak; yapılan bu kadar fedakârlığa rağmen başarı düzeylerinde olan gelişme konusunda aynı şeyi söylemek mümkün olmuyor.


Peki; çocuklar sürekli ders çalıştığı halde neden başarısız oluyor? 
İşte cevabı; Ezber yapıyorlar

Matematik, fizik, kimya gibi dersleri ezberleme gayreti içerisinde olan ve ezberleyemedikleri için motivasyonları bozulan gençler başaramayacakları hissine kapılıyorlar ve aile baskısı ile birlikte büyük bir stresin altına girmiş oluyorlar. Siz böyle bir durumda olan gencin üzerine birde ergenlik denilen gerçeği yüklediğinizde patlamaya hazır bir bomba haline geliyorlar. Çok yakın bir zamana kadar çok güzel düşünceler içinde olduğumuz çocuğumuz bir anda, Sosyal ortamdan tamamen uzaklaşan, bilgisayar oyunları ve sanal ortamda dolaşmaktan hoşlanan, agresif, ailesinden ve derslerinden olabildiğince uzaklaşan bir genç haline geliyor. Sürekli ders notları düşen ve notları ile değerlendirilmeye çalışılan bu gençlerin birçoğu psikolojik sıkıntılar yaşar hale geliyor. ( anti depresan ilaç kullanımı % 93 artmış durumda)

Çözüm;
  • Dersleri ezberlemek yerine Hafızalarında tutacakları teknikleri öğretmek.(bu onları uzun uzun ders çalışmaktan kurtaracaktır.)
  • Sistematik tekrar yapma yöntemini öğretmek.
  • Kitap okuma alışkanlığı kazandıracak teknikleri öğretmek.( bu onların kısa sürede daha fazla bilgiyi okuma alışkanlığı kazanmalarına ve motivasyonlarının üst seviyede olmasını sağlayacaktır.)
  •  Her şeyi sıra ile yapmalarını sağlayın. Başardıkça ödüllendirin.(bu onların streslerini azaltacaktır.)
  • Sizin için çocuklarınızın notlardan çok daha değerli olduğunu belli edin. (evde karşılamalarınızda notlarından önce kendilerinin nasıl olduğunu sorun. Böylece kendisinin daha değerli olduğunu hissedecektir.)
  • Eğitim, kurs, gibi tercihleri mutlaka çocuklarınıza bırakın.

Çocuklarınızın durumu; Ezber Bozan çocuklar yetiştirmekle düzelecektir.
(çetin deniz yayınlanmış yazısı)

 6-7-8-9.10.11.12. SINIFLARA ÖZEL Zihinsel Matematik, Anlayarak Hızlı Okuma, Beyni Etkin Kullanma Teknikleri www.kiged.com

ÇOCUKLARINIZ SİZİ YÖNETİYOR…

 Çocuklarımız 5 yaşına gelinceye kadar çekilen zorluklardan sonra her şeyin daha rahat olacağını düşündüğümüz 6 yaş ve üstü süreci başlar. Çocuklarımızın okullu olacağı gün geldiğinde ailelerde büyük bir rahatlama olur. Bu rahatlamanın sebebi, artık eve geldiğinde üstünü başını olması gereken yerde çıkartıp, olması gereken yere asan, çantasını olduğu yere bırakmayan, biraz dinlendikten sonra ödevlerini yapan bir çocuğunun olacağı hayalidir. Tabi ki bu hayal süreç içersinde çocuğunu bu özlem dolu kalıbın içersine sokmaya çalışan bir anne modeli ortaya çıkartır. Artık anne sürekli olarak hadi diyen, yapılması gerekenleri hatırlatan bir amir konumundadır. Çocukta tamam diyen ama harekete geçmeyen, oyalayan, kaytarmak için planlar yapan bir çocuk haline dönüşür. Her iki taraf içinde bu durum zamanla stresli sıkıcı bir hal almaya başlar. 

Çocuk eğitimi hiç bitmeyen bir süreçtir.
Çocuğun her yaşa dair edinmesi gereken beceriler ve sorumluluklar, bilmesi ya da öğrenmesi gereken bilgiler farklıdır. Olduğu yaşa dair edinmesi gereken bilgiyi edinemeyen çocuğun sorunları diğer yaşlarda katlanarak devam eder. Örneğin ; 4 yaşındaki bir çocuk pijamasının altını çıkartabilir. Ama ebeveyn buna müsaade etmez ve özverili davranıp kendisi çıkartmaya çalışırsa çocuğa bilmeden bir şeyleri öğretmemiş olur ve 5 yaşında öğrenecekleri arasına kıyafet çıkartmakta eklenir. 7 yaş öncesinde kendisine sınır konmayan, her dediği yapılan bir çocuğun, okul sorumluluklarını beklenen düzeyde üstlenmesi çok zordur.
Çocuklarınıza vakit kaybetmeden sorumluluklar verin.
5 yaşında çocuk arabasında gezdirilen çocukları ve her şey dahil tatillere gittiğinizde hala çocuklarını masada oturtup onun yiyeceklerini alıp önüne getiren aileleri gördüğümde gerçekten çok üzülüyorum. Liseye giden ancak sabahları annesi tarafından uyandırılan çocuklar için “hiçbir şeyini kendisi yapamıyor” sözünü çok duymuşumdur.
Çözüm; sorumluluk vermektedir. Yürümek bir çocuk için sorumluluk taşımaktır. Bunun yanında zekasının gelişimini sağlayan en önemli etkenlerden birisidir. Kalabalığın içersinde kendi yemeğini almak, bunun için mücadele etmek bir çocuk için güzel bir sorumluluktur. Bir çalar saate sahip olan ve kalkacağı saati kendisi ayarlayıp kalmayı başarabilen bir çocuk sorumluluk sahibi olmuş demektir.
Çocuklarınıza ait sorumlulukları siz yapmaya devam ettiğinizde çocuk evle ve kendi görevleri ile ilgili en küçük bir sorumluluk dahi taşımaz. Böyle davranmaya devam ettiğinizde çocukların yönettiği bir yapıya sahip olursunuz ve şu sorunlarla karşılaşırsınız.
1. Çocuklar herşeyden önce empati kurmayı yani başka insanların isteklerine ve duygularına anlayış göstermeyi öğrenemezler.2. Anne-babalarına isteklerini yaptırmayı başaran çocuk aynı şeyi diğer insanlardan da bekler ve bu istekleri karşılık bulamadığında saldırganlaşabilir, çatışmacı bir tavır geliştirebilir.
3. Evdeki merkez figür olması çocukları ben-merkezci bir kişiliğe yöneltebilir. Dünyanın kendi çevresinde döndüğünü düşünen, uyumsuz, sosyal ortamlara yabancı bir birey olarak yetişir.4. Zaman içinde anne-baba çocuğun isteklerine aykırı bir şey yaparsa çocuk, onları suçlayan ve tavır alan agresif tutumlar geliştirebilir.5. Çocuk büyüdükçe kendisini alması gereken kararları almaktan kaçınır, tüm sorumluluğu başkalarından bekler, işler ters gittiğinde ya da beklediği sonuçları alamadığında suçu başkalarına atar.
6. Her istediği yapılan, evde anne-babasını yöneten ve yönlendiren konumda olan çocuk mutsuz, tatminsiz, kararsız, müşkülpesent bir insan olarak yetişir.
7. Beklemeyi, isteklerini ertelemeyi ve sabretmeyi öğrenemeyen çocuklar, onları düşündüğünü düşünen ve hiçbir şey yaptırmayan ailelerin eseridir. (çetin deniz yayınlanmış yazısı)

Anlayarak hızlı okuma , Beyni etkin kullanma, Zihinsel matematik eğitimleri * ücretsiz set hediyeli * www.kiged.com  0212 417 8 555

BİRİ BENİ GÖZETLİYOR

az yemek yersem

Çocuklarımda az yemek yer

Sofrada yemek yeme adabına uyarsam
Çocuklarımda uyar
Sigara içmezsem
Çocuklarımda içmez
Eşimi dövmez, güzel sözlerle hitap edersem
Çocuklarımda güzel konuşur
Eve gelince kıyafetlerimi yerine kaldırırsam
Çocuklarımda kıyafetlerini dolaplarına kaldırır
Spor, eksersiz ve yürüyüşler yaparsam
Çocuklarımda spor yapmayı sever
Elimde kitap, öğretici ve eğitici yazılar okursam
Çocuklarımda okumayı sever
Televizyon izler, bilgisayarın başından kalmazsam
Çocuklarımda televizyon izler ve bilgisayar oynarlar.
Sorumluluklarımı bilirsem
Çocuklarımda sorumluklarını bilir.
Araba kullanırken emniyet kemerimi takarsam
Çocuklarımda emniyet kemerlerini takar
Yolda yürürken yerlere çöp atmaz, tükürmezsem
Çocuklarımda yerlere tükürmez, çöp atmazlar
Dişlerimi düzenli fırçalarsam
Çocuklarımda fırçalar.
Az uyursam
Çocuklarımda az uyur. Uykucu olmazlar.
………………
Bilmeliyiz ki bizim yapmadığımız bir şeyi çocuklarımızda yapmaz. Eğer çocuklarımıza sadece söyleyerek, izah ederek bir şeyleri yaptırmaya çalışıyorsak yanlış yapıyoruz. Onlar görerek öğreniyorlar. Aynı zamanında bizim öğrendiğimiz gibi…
Saatlerini televizyon başında geçiren bir babanın çocuğunun, kitabı, dersi sevmemesi kadar doğal bir şey olamaz. Bir alışveriş merkezinde çocuklarının yanında küfür eden bir babanın, biraz ileride çocuğundan da aynı küfüre yakın bir söz duyduğunda ki tepkisine sadece gülüp geçiyorum. Bir markette kek reyonunda açtığı keki yiyip boş kabını geri rafa bırakan annenin çocuğu, bir sonraki rafta aynı hareketi yapıp yakalanınca, annenin söylediklerine gülüyorum.  Ben bir babayım ve her saniye gözetleniyor, örnek alınıyorum. Biri beni Gözetliyor
(çetin deniz yayınlanmış yazısı)

YARIŞIYORUZ…

 Birkaç yıl önce, Seattle Özel Olimpiyatlarında, tümü fiziksel ve zihinsel özürlü olan dokuz yarışmacı, 100 metre koşusu için başlama çizgisinde toplandılar. Başlama işareti piyano tuşuna basılarak yapıldığında, hepsi kazanmak için koşmaya başladılar. Ancak yarışın daha başında yarışmacılardan biri tökezleyip yere düştü ve ağlamaya başladı. Yarışmacılardan ikisi oğlanın ağlamasını duydular, yavaşladılar ve geriye döndüler. Oğlanın yanına geldiklerinde içlerinden down sendromlu kız eğilip oğlanın acıyan dizini öptü ve -bu onun daha iyi olmasını sağlar dedi. Sonra kol kola girerek bitiş çizgisine doğru birlikte yürüdüler. Stadyumdaki herkes ayağa kalkıp dakikalarca bu sahneyi alkışladı. Onlar orada olanlara ve sadece birinci olmanın önemli olduğunu düşünen herkese çok önemli bir ders vermişlerdi. 

“Bu hayatta önemli olan şey diğerlerinin de kazanması için yardım etmekti”. İnsan olmanın birinci unsuru da bu değil mi?
Son yıllar bizlere tuhaf şeyler oldu. Güçsüzü ezmek, düşene bir tekme vurmak, en yakın arkadaşımızı kendi hedeflerimizin gerçekleşmesi için ötekileştirmek çok rahat yaptığımız şeyler haline geldi. İşin daha kötüsü bunu yaparken yüzlerimizin de çok rahat bir şekilde gülebiliyor olmasıdır.
Ne yazık ki kabul ve itiraf etmek zorundayız: Bireyler ve toplum olarak duyarlılığımızı önemli ölçüde yitirmiş durumdayız.
O hale geldik ki gözlerimizin önünde cereyan eden hadiselere, ne kardeşlik, ne akrabalık, ne komşuluk, ne de dindaşlık hatırına el uzatmıyoruz. Sanki vicdanlarımıza narkoz verilmiş, duygularımıza neşter çekilmiş de birbirimizi fark edemez olmuşuz.
Apartman komşumuzun evine ateş düşse, yanı başımızda bir kendini bilmez ırza namusa tasallut etse bırakın müdahale etmeyi, dönüp bakma gereği bile duymuyoruz. Onurumuz ayaklar altına alınırken gülebiliyor, dinî ve örfî değerlerimizi yaşama ve yaşatma noktasında son derece kayıtsız kalabiliyoruz.

            Değil mi ki gerçek mü’min Allah’ın yeryüzündeki halifesidir. Değil mi ki Allah Teâlâ’nın güzel gördüklerini insanlara duyurmak, kötü gördüklerinden onları sakındırmak için dünyadadır. Ve değil mi ki mahlûkata merhamet onun en belirgin özelliği olmalıdır. Şu halde çevresinde meydana gelen hadiselere ilgisiz kalması, kulaklarını, gözlerini, ağzını kapatarak üç maymunu oynaması ona yakışır mı?

Peki, nedir bizi bu duruma getiren? Para, makam, sıfat, rozet, koltuk sevdası olabilir mi? Yoksa eğitim sistemi ve teknoloji üzerinden bize sürekli empoze edilen “mutlaka birinci olmalısın, başarılı olmalısın” yaftası mıdır?

Bunlar için en yakın komşumuzu, dostumuzu, yol arkadaşımızı görmezden gelmek doğrumudur?
Nasıl ve nereye bir adım atıyorsak, eğer düşen kişinin de elinden tutup beraber yürüyemiyorsak Seattle olimpiyatlarında ki o bedensel ve zihinsel engelli çocuklardan öğrenmemiz gereken çok şey var demektir.
Yarışınız hayırlı olsun..
(çetin deniz yayınlanmış yazısı)

KURŞUN KALEM ….


Ninesini bir mektup yazarken izleyen çocuk sordu:

 - "Yaşadıklarımız için bir hikaye mi yazıyorsun? Yoksa benim hakkımda mı?"<p> </p>Ninesi yazmayı kesti ve torununa şöyle dedi:<p> </p>- "Aslında, senin hakkında yazıyorum.. Fakat kelimelerden daha önemlisi, kullandığım Kurşun Kalem. Umarım büyüdüğünde sen de bu kurşun kalem gibi olursun."<p> </p>Çocuk merakla kurşun kaleme baktı... Özel bir kalem gibi görünmüyordu.<p> </p>- "Fakat daha önce gördüğüm diğer kurşun kalemler ile aynı!"<p> </p>- "Bu, senin nasıl baktığın ile alakalı.
 Kurşun Kalemin 5 önemli özelliği vardır, ki sen onlara sıkıca tutunduğunda ömrün huzur içinde geçecektir.

Birinci özellik: Harika şeyler yapabilirsin ama attığın adımları yönlendiren bir el olduğunu asla unutma.<p> </p>Bizim için bu el Allah’dır ve her zaman kendi kudretiyle bizi O yönlendirir.<p>
 </p>İkinci özellik: Zaman zaman her ne yazıyorsam durmam ve kalemin ucunu açmam gerekir.<p> </p>Bu kaleme biraz acı çektirse de sonuçta daha sivri olmasını sağlar.<p> </p>Bu yüzden bazı acılara göğüs germeyi öğrenmelisin, bu acılar seni daha iyi bir insan yapar.<p> 
</p>Üçüncü özellik: Kurşun kalem, yanlış bir şey yazdığında bunu bir silgiyle silmene her zaman olanak tanır.<p> </p>Yaptığımız bir şeyi sonradan düzeltmenin kötü bir şey olmadığını anlamalısın, aksine bu bizi adalet yolunda tutmaya yarayan en önemli şeylerden biridir.<p> 
</p>Dördüncü özellik: Kurşun kalemin en önemli kısmı, kalemin yapıldığı ahşabı ya da dışarı yansıyan şekli değil, içerisinde yer alan kurşunudur. O yüzden her zaman kendi içine bakmalı, en çok onu korumalısın.<p>
 </p>Beşinci özelliği ise her zaman bir iz bırakmasıdır. <p> </p>Aynı şekilde sen de hayatta yaptığın her şeyin bir iz bırakacağını bilmeli ve her hareketinin farkında olmalısın.<p> 
</p>Paulo Coelho

FİKİR ÜRETEBİLMEK İÇİN 30 YOL

1- Liste yap: Hayatındaki işlerini planla, yaptıklarını yaz. Plansız iş yapma.

2- Her yere notebook’la git: Bu bilgisayar da olabilir, elinizde veya çantanızda ufak bir not defteri de olabilir. Çünkü bir kalem ve kağıt hayat kurtarabilir.
3- Deneme yazılar yaz: Blog yaz, günlük tut veya aklındaki bir konuyla ilgili bir kağıda makale yaz. Bunu diğer insanlarla paylaş.
4- Bilgisayar’ından uzaklaş: Zaman zaman mola verin, hatta bir pazar gününde bilgisayarınıza hiç bakmayın, sahilde bir kahve için.
5- Kendini hırpalama: Gününün 25 saati çalış ama kendini hırpalama, kısacası işini bitiremeyip mesaiye kalan insanlardan olma. İşlerini zamanında yap ama sakin yap.
6- Mola ver: Çalışırken bir 10 dakika hava almak iyi olur. Molalarınızı twitter, facebook, instagram’a bakıp geçirmeyin. Dışarı çıkın.
7- Doğayı gez: En iyi ne zaman gideceğinizi kendiniz bilirsiniz. Mutlaka ormana gidin. Tek kural, kaybolmayın :)
8- Kahve iç: Bir iş toplantısında artık çay istemekten vazgeçin, kahve isteyin. Çalışma masanızda da bir kahve bardağı olsun.
9- Müzik dinle: Müzik dediysek damar demedik. Yabancı soundtracklar olabilir, veya enerji veren parçalar olabilir. Aşk şarkıları dinleyerek kendinize kötülük etmeyin.
10- Açık ol: Gerçek rengini göstermekten korkma.
11- Akıllı insanlarla takıl: Artık bırakın size faydası olmayan insanları. Telefon listenizden, facebook arkadaşlarınızdan vs… size faydası olmayan arkadaşlarınızı silebilirsiniz. Çünkü onlar arkadaşınız değildir. Arkadaş dediğin, DEĞER KATAR.
12- Geri bildirim al:
13- İşbirliği yap: Bir elin nesi var, iki elin sesi var. Tek başına 1 mil yol gideceğine 2 kişi 4 mil yol al. İşiniz veya projenizle alakalı tek başınıza kahraman olmayan çalışmayın.
14- Asla Vazgeçme: Açıklama yeterli sanırım. ASLA VAZGEÇME. Hem de umutların bittiği anda VAZGEÇME.
15- Sürekli dene: Yeni bir şeyler deneyin. Bazen alanınızın dışına çıkıp bilimle ilgilenin, ufak deneyler yapın.
16- Hata yapmana izi ver: Hata yapmaktan korkuyoruz. Ve kültürümüzde insanlar ne der duygusu var. Bırakın istediklerini desinler. Sen sadece yoluna bak.
17- Yeni yerlere git: Seyahat edecek gücünüz olmayabilir ama bu hafta sonu kahvenizi beşiktaşta değil de emirgan sahilinde için. Veya bir hafta sonunda çok düşük maliyetlere komşu şehrinize gezmeye gidin. İyi fikir.
18- Şükret: Şükretmesini bilin. Ne kadar yol aldığını görmek için senden geride olanlara, nereye varmak istediğini görmek için de senden ileridekilere bak.
19- Bolca dinlen: Gece kafanızı yastığa koyduğunuzda telefonunuza artık bir kenara bırakın, kendinize dinlenme saatler, ayarlayın ve o saatlerde hiçbir iş yapmayın. Sadece dinlenin. Müzik bile dinlemeyin.
20- Risk al: Evet sanırım risk almadan hiçbir şey olmuyor. Bunu rahatlıkla söyleyebiliyorum çünkü bende bir eğitim almak için param yokken kredi çekerek risk aldım. Risk almak demek illa direk 100 bin TL borca girmek demek değil, kendi çapınızda ufak riskler alarak kendinizi bu konuda geliştirebilirsiniz. Risk almadan bir adım ileriye geç gidersin.
21- Kuralları ihlal et: Başkasının özgürlük sınırlarının içine girmeyecek ve çevrenize zararı olmayacak şekilde, kuralları belli çerçevelerde ihlal et.
22- Zorlama: Asla Vazgeçme demiştik ama olmuyorsa da çok zorlama. Çünkü yapılması gereken yeni fikirler var.
23- Sözlük oku: Yeni yeni kelimeler öğrenin. Toplum içerisinde veya seminerde birilerine bir şeyler anlatırken “şey” kelimesi yerine direkt o kelimeyi söyleyin. Ör: O çocuk o konuda çok şey yaa… O çocuk o konuda çok fütüristik…
24- Bir çerçeve oluştur: belli bir çerçeveniz olsun, masanızın veya ofisinizin duvarında yapacaklarınızın, fikirlerinizin notlar halinde tutulduğu çerçeveniz olsun.
25- Başka birinin mükemmeli olmaya çalışma: Kendi çizgilerin olsun. Birilerinden mutlaka hayatına örnekler alacaksın ama onların mükemmeli olma. Kendin ol.
26- Fikir geldiğinde hemen yaz: Yanında her zaman ufak bir not defteri ve kalemin olsun. Söz uçar, yazı kalır.
27- Çalışma ortamını temizle: Evinizde, ofisinizde çalışma masanız düzenli olsun. En azından neyin nerede olduğunu bilin. Zaman zaman elinize bez alın, masanızı silin.
28- Eğlen: Eğlenmeni asla ihmal etme. Komik bir sinema filmine gidebilirsin, arkadaşlarınla bir araya gel ve kendinizi eğlendirici işler yapın.
29- Gülümseyin: En zor anlarınızda bile yüzünüzden gülümseme eksik olmasın. İlkokuldaki “Neşeli ol ki genç kalasın…” parçasını hatırlayanlarınız vardır sanırım.
30- İşlerinizi tamamlayın: Başladığınız bir işi bitirin. Hatta hayatınızda bunları bunları bitirdiğim dediğiniz işler olmalı.